Yenidoğan Taraması: Topuk Kanı Testinde Bilinmesi Gereken 7 Kritik Nokta

Yenidoğan tarama programı, bazı ciddi ve nadir hastalıkların belirti vermeden önce saptanmasını sağlayan, yaşam boyu sonuçları olan çok önemli bir halk sağlığı uygulamasıdır. Doğru zamanda ve doğru şekilde yapılan tarama, geri dönüşü olmayan hasarların önlenmesini sağlar.

1) Yenidoğan Tarama Programı Nedir?

Türkiye’de Sağlık Bakanlığı tarafından tüm yenidoğan bebeklere uygulanan Ulusal Yenidoğan Tarama Programı, bazı metabolik ve genetik hastalıkların erken tanısını amaçlar. Bu hastalıklar doğumda tamamen sağlıklı görünen bebeklerde, haftalar–aylar içinde ağır klinik tablolara yol açabilir.

Tarama sayesinde aşağıdaki ciddi sonuçlar büyük ölçüde önlenebilir:

  • Zeka geriliği
  • Beyin hasarı
  • Hormonal krizler
  • Hayatı tehdit eden metabolik ataklar

2) Hangi Hastalıklar Taranır?

Topuk kanı örneği ile Türkiye’de şu hastalıklar taranmaktadır:

  • Fenilketonüri (PKU)
  • Konjenital hipotiroidi
  • Biyotinidaz eksikliği
  • Kistik fibrozis
  • Konjenital adrenal hiperplazi
  • Spinal musküler atrofi (SMA)

Bu taramalar ücretsizdir ve tüm yenidoğan bebekleri kapsar.

Uzman notu:
Özellikle SMA gibi hastalıklarda tarama sayesinde semptomlar başlamadan tedaviye ulaşmak mümkün hale gelmiştir.

3) Topuk Kanı Ne Zaman Alınmalıdır?

Topuk kanı için ideal zaman, doğumdan sonraki 3–5. günlerdir.

Bu zamanlama önemlidir çünkü:

  • Bebek yeterli süre beslenmiş olur
  • Metabolik testler daha güvenilir sonuç verir

Ulusal program kapsamında ilk örnek genellikle doğumdan sonraki ilk 24–48 saat içinde, ikinci örnek ise 3–5. günlerde alınmaktadır. Metabolik taramalar açısından değerlendirmenin esasını çoğu zaman ikinci örnek oluşturmaktadır.

Klinik deneyim:
Doğumdan sonraki ilk 24 saatte alınan topuk kanı örnekleri, özellikle fenilketonüri gibi hastalıklarda yanlış normal sonuçlara yol açabilir. Bu nedenle erken alınan örneklerde mutlaka tekrar test yapılmalıdır.

4) Sonuçlar Ailelere Nasıl Bildirilir?

Bu nokta aileler için çok önemlidir ve sık yanlış anlaşılır:

🔔 Yenidoğan tarama testleri normal olan bebeklerin ailelerine genellikle ayrıca bir bildirim yapılmaz.

Türkiye’de uygulanan sistemde:

  • Sonuçlar normal ise
    Aile ile çoğu zaman telefon, mesaj veya yazılı bir iletişim kurulmaz. Bu durum testlerin normal olduğu anlamına gelir.
  • ⚠️ Sadece hastalık şüphesi varsa
    Aile, Aile Sağlığı Merkezi, hastane veya ilgili sağlık birimleri tarafından aktif olarak aranır ve ileri değerlendirme için yönlendirilir.

Sonuçlara bazı durumlarda e-Nabız sistemi üzerinden erişilebilmekle birlikte, ulusal tarama programında aktif bildirim genellikle sadece şüpheli veya tekrar örnek gerektiren durumlarda yapılmaktadır.

Uzman uyarısı:
“Bizi aramadılar, sonuç çıkmadı” endişesi çoğu zaman gereksizdir. Yenidoğan tarama sisteminde iletişime geçilmesi genellikle sadece şüpheli sonuç varlığında olur.

5) Şüpheli Sonuç Çıkarsa Ne Yapılmalı?

Tarama testleri tanı koymaz, sadece risk saptar.

Şüpheli bir sonuç durumunda:

  • Zaman kaybetmeden
  • Çocuk metabolizma veya ilgili uzman kliniğine

başvurulmalıdır.

Erken yönlendirme ve doğrulayıcı testler sayesinde tedaviye hızla başlanabilir.

6) Tarama Pozitif Çıktıysa Ne Anlama Gelir?

Yenidoğan tarama testlerinde “pozitif” ya da “şüpheli” sonuç çıkması, bebeğin kesin olarak hasta olduğu anlamına gelmez.

Tarama testleri:

  • Hastalık olasılığını saptamak için yapılır
  • Amaç, riskli bebekleri erken yakalamaktır

Uzman açıklaması:
Tarama testleri, duyarlılığı yüksek olacak şekilde tasarlanır. Bu nedenle bazı bebeklerde hastalık olmadığı halde test pozitif çıkabilir. Bu durum bir hata değil, erken tanıyı kaçırmamak için bilinçli olarak kabul edilen bir yaklaşımdır.

Pozitif tarama sonucunda:

  • Doğrulayıcı kan ve/veya genetik testler yapılır
  • Klinik değerlendirme ile kesin tanı konur
  • Gerekirse tedavi planı oluşturulur

7) Yenidoğan Tarama Testleri Kesin Tanı Koyar mı?

Hayır.
Yenidoğan tarama testleri tanı koymaz.

Tarama testleri:

  • “Bu bebek riskli olabilir mi?” sorusunu sorar
  • Kesin tanı için ileri tetkiklere ihtiyaç vardır

Klinik gerçek:
Tarama sonucu pozitif olup, ileri testleri tamamen normal çıkan birçok bebek vardır. Bu nedenle tarama testinin pozitif olması tek başına hastalık anlamına gelmez, ancak mutlaka ciddiyetle ele alınmalıdır.

Sık Sorulan Sorular (SSS)

Topuk kanı testi herkese yapılmalı mı?

Evet. Tüm yenidoğanlara yapılmalıdır. Akraba evliliği olsun ya da olmasın, her bebek risk altındadır.

Sonuç için kimse bizi aramadı, bu normal mi?

Evet.
Eğer tarama testlerinde şüpheli bir bulgu saptanmadıysa, ailelere genellikle ayrıca bir bildirim yapılmaz. Sistem, sadece hastalık şüphesi olan bebeklerin aileleriyle iletişime geçecek şekilde çalışır.

Tarama testim pozitif çıktı, bu kesin hastalık demek mi?

Hayır.
Pozitif tarama sonucu, kesin tanı değil, ileri inceleme gerektiren bir risk göstergesidir. Kesin tanı, doğrulayıcı testler ve uzman değerlendirmesi ile konur.

Test ücretsiz mi?

Evet. Ulusal Yenidoğan Tarama Programı kapsamında ücretsizdir.

Yanlış sonuç olabilir mi?

Evet. Özellikle:

  • Çok erken alınan örneklerde
  • Yetersiz beslenmiş bebeklerde
  • Teknik örnek sorunlarında

yanlış sonuçlar görülebilir. Bu nedenle gerektiğinde tekrar örnek alınması önemlidir.

Sonuç

Yenidoğan tarama programı, basit bir kan testinden çok daha fazlasıdır. Doğru zamanda yapılan tarama ve doğru sonuç takibi, bir çocuğun tüm yaşamını değiştirebilir. Ailelerin sonuçlar konusunda bilinçli olması ve gerektiğinde uzman desteği alması hayati önem taşır.

Ulusal Yenidoğan Tarama Programı’nın resmi işleyişi ve güncel sunumları Sağlık Bakanlığı Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü Çocuk ve Ergen Sağlığı Dairesi Başkanlığı’nın web sayfasında yer almaktadır.

Bu içerik, çocuk metabolizma hastalıkları alanında klinik deneyime sahip bir hekim tarafından hazırlanmıştır.

Topuk kanı tarama sonucunuz ile merkezimize RANDEVUSUZ başvurabilirsiniz. Merkez bilgilerimiz için tıklayınız.

Bu konu hakkında bize soru sorabilirisiniz.

X’e Bağlı Adrenolökodistrofi (X-ALD)

X-ALD, beyinde miyelin (sinirleri saran koruyucu kılıf), adrenal bezler (böbreküstü bezleri) ve testislerde hasara neden olan nadir, X kromozomuna bağlı resesif kalıtsal bir peroksizomal bozukluktur. Hastalık, uzun zincirli yağ asitlerinin (VLCFA) parçalanmasını sağlayan bir taşıyıcı protein olan ABCD1 genindeki mutasyon sonucu oluşur.

Kimleri Etkiler?

  • Erkeklerde hastalık ağır ve erken yaşlarda ortaya çıkar.
  • Kadınlar taşıyıcı olabilir; bazıları hafif semptomlar gösterebilir (özellikle nörolojik).
  • Hastalık sıklıkla çocukluk çağında başlar, ama genç erişkinlik veya yetişkin yaşta da belirti verebilir.

Patofizyoloji

ABCD1 genindeki mutasyon nedeniyle peroksizomlar, çok uzun zincirli yağ asitlerini (VLCFA) parçalayamaz. Bu yağlar özellikle beyin, omurilik ve adrenal bezlerde birikerek hücre hasarına yol açar.

KLİNİK

1. Çocukluk Çağı Serebral Form (Cerebral Childhood ALD)

Bu form hastalığın en hızlı ilerleyen ve en yıkıcı tipidir. Genellikle 4-10 yaş arasında, daha önce sağlıklı erkek çocuklarda başlar.

Erken Bulgular:

  • Dikkat dağınıklığı, hiperaktivite (sıklıkla yanlışlıkla ADHD zannedilir)
  • Öğrenme güçlüğü, okul başarısında ani düşüş
  • Görme ve işitme problemleri
  • Hafif davranışsal değişiklikler (inatçılık, içine kapanma)

İlerlemiş Dönemde:

  • Spastisite (kas sertliği), yürüme bozukluğu
  • Nöbetler (epileptik ataklar)
  • Dizartri (bozuk konuşma), disfaji (yutma güçlüğü)
  • Körlük, sağırlık
  • İdrar kaçırma, motor regresyon
  • Koma ve ölüm (genellikle 2-3 yıl içinde, tanı konulmaz ve tedavi edilmezse)

2. Adrenomiyeloneuropati (AMN) – erişkin formu

Erkeklerde en sık görülen erişkin formdur; taşıyıcı kadınlarda da daha hafif görülebilir.

Başlangıç yaşı: 20-40 yaş

Semptomlar:

  • Alt ekstremitelerde güçsüzlük ve sertlik
  • Spastik paraparezi (özellikle yürümeyle artar)
  • Duyu kaybı, idrar kaçırma
  • Cinsel disfonksiyon
  • Zihinsel fonksiyonlar genellikle korunur
  • Kadın taşıyıcılarda benzer ancak genellikle daha hafif belirtiler olabilir

3. Sadece Adrenal Yetmezlik (Addison Hastalığı olmadan ALD)

  • X-ALD’li erkeklerin %80’inde hayatlarının bir döneminde gelişir
  • Semptomlar:
    • Aşırı yorgunluk
    • Düşük kan şekeri (hipoglisemi)
    • Kusma, kilo kaybı
    • Tansiyon düşüklüğü
    • Ciltte koyulaşma (hiperpigmentasyon, özellikle dirsekler, diş etleri, dizler)
  • Nörolojik bulgular başlangıçta olmayabilir

TANI

  • Kanda uzun zincirli yağ asitleri (VLCFA) artışı
  • ABCD1 gen analizi (genetik test)
  • MR görüntüleme (beyin hasarını gösterir)
  • Yeni doğan taramasında bazı bölgelerde test edilebiliyor

TEDAVİ YÖNTEMLERİ

1. Lorenzo’nun Yağı

  • Oleik asit + erusik asit içerir.
  • Vücutta çok uzun zincirli yağ asitlerinin (VLCFA) üretimini baskılamaya çalışır.
  • Sadece erken evrede, özellikle henüz MRI’da hasar başlamadan önce etkili olabilir.
  • Tedavi edici değil, progresyonu yavaşlatıcı etkisi olabilir.

2. Hematopoetik Kök Hücre Nakli (HSCT / Kemik İliği Nakli)

  • Tek “hastalığın seyrini durdurabilen” tedavi.
  • Ancak sadece erken dönemde, beyinde hasar başlamadan ya da çok sınırlıyken yapılmalı.
  • Genellikle kardeşten alınan doku uyumlu (HLA-match) nakiller tercih edilir.
  • İlerlemiş serebral ALD’de yapılırsa durum kötüleşebilir!

3. Gen Terapisi (Deneysel / Klinik Çalışmalarda)

  • ABCD1 geninin sağlıklı kopyasını vücuda yerleştirme çalışmaları yapılmaktadır.
  • Bazı çalışmalarda hastalığın ilerlemesini durdurduğu görülmüştür.

4. Adrenal Yetmezlik Tedavisi

  • Hidrokortizon veya fludrokortizon gibi kortikosteroid hormonlar ile eksiklik yerine konur.
  • Stres dönemlerinde doz artırımı gerekir (ateşli hastalık, ameliyat, travma vs.).

5. Destekleyici Tedaviler

  • Fizyoterapi (özellikle AMN formunda)
  • Rehabilitasyon
  • Nöbet kontrolü için antiepileptikler
  • Beslenme desteği, PEG (ilerlemiş disfajide)
  • Psikolojik destek, aile danışmanlığı

İZLEM VE TARAMA

  • MRI ile beyinde erken değişiklikler saptanabilir (semptomsuzken bile)
  • Yeni doğan taraması: Bazı ülkelerde X-ALD için tarama başlatılmıştır (özellikle Amerika’da)
  • Kadın taşıyıcılar düzenli olarak değerlendirilmelidir, çünkü 30-40 yaş sonrası AMN benzeri belirtiler görülebilir

İLGİNÇ NOT

  • Bu hastalık, “Lorenzo’nun Yağı” (1992) adlı filme de konu olmuştur. Gerçek bir hikâyeden esinlenerek çekilen bu film, hastalığın tanıtımında çok etkili olmuştur.

Unutmayın!
X-ALD erken tanı ve uygun tedaviyle yönetilebilen bir hastalıktır. Doktorunuzun ve diyetisyeninizin önerilerini dikkatle uygulamak, çocuğunuzun sağlıklı bir yaşam sürmesini sağlayabilir.

X-ALD tanı ve takibi için merkezimize başvurabilirsiniz. Merkez bilgilerimiz için tıklayınız.

Bu görselin boş bir alt özelliği var; dosya ismi: image.png
Bu görselin boş bir alt özelliği var; dosya ismi: ekran-resmi-2024-10-25-11.42.43-1.png

SİTRİN EKSİKLİĞİ

Sitrin eksikliği, karaciğerin enerji üretimi ve protein işleme süreçlerinde görevli bir taşıyıcı proteinin (SLC25A13 geninde oluşan mutasyonlar nedeniyle) düzgün çalışmaması sonucu ortaya çıkan kalıtsal bir metabolik hastalıktır. Otozomal resesif geçer, yani anne ve babadan birer hatalı gen alınması gerekir.

Hastalık genellikle üç farklı yaş döneminde kendini gösterir:

1. Yenidoğan Döneminde (NICCD)
Sitrin eksikliği, yenidoğanlarda “Yenidoğana Özgü Karaciğer Kolestazı (NICCD)” şeklinde ortaya çıkabilir. Bu dönemde görülebilecek belirtiler şunlardır:
– Sarılık ve karaciğer büyümesi
– Kilo alamama ve gelişme geriliği
– Kanda düşük protein düzeyi
– Hipoglisemi (kan şekeri düşüklüğü)
– Kansızlık ve bazen nöbetler
– Aminoasitlerde bozukluk (özellikle sitrülin artışı)
Çoğu bebek uygun beslenme tedavisiyle 1 yaşına kadar düzelir. Ancak bazı durumlarda karaciğer yetmezliği gelişebilir.

2. Çocukluk Döneminde (FTTDCD)
Bir yaşından sonra bazı çocuklarda şu belirtiler gelişebilir:
– Kilo alımında zorluk, iştahsızlık
– Aşırı yorgunluk
– Yağ ve proteinden zengin gıdalara karşı istek, karbonhidratlı yiyeceklere isteksizlik
– Kanda kolesterol ve trigliserid yüksekliği
– Tekrarlayan hipoglisemi atakları
Bu dönemde de özel beslenme ile büyüme ve yaşam kalitesi önemli ölçüde iyileştirilebilir.

3. Erişkin Dönemde (CTLN2)
Hastalık bazı bireylerde 20 yaş sonrası “Sitrülinemi Tip II (CTLN2)” olarak adlandırılan ağır bir tabloya dönüşebilir. Bu durumda:
– Kan amonyak düzeyleri çok yükselir (hiperamonyemi)
– Davranış değişiklikleri, ajitasyon, uyku bozukluğu, bilinç kaybı gibi nöropsikiyatrik belirtiler görülür
– Nöbetler, koma, hatta ölüm riski olabilir
– Karaciğer yağlanması, pankreatit ve nadiren karaciğer tümörü gelişebilir
Erken tanı ve uygun beslenme ile bu ağır tablo önlenebilir veya geciktirilebilir.

Tanı Nasıl Konur?
Tanı, kan testlerinde sitrülin ve amonyak yüksekliği ile şüphelenilir. Kesin tanı SLC25A13 geninde yapılan genetik test ile konur.

Tedavi Nasıl Yapılır?
Tedavi, hastalığın evresine ve hastanın yaşına göre değişmekle birlikte temel yaklaşımlar şunlardır:
– NICCD: Laktozsuz ve orta zincirli yağ asitleri (MCT) içeren mama, A-D-E-K vitamin takviyesi
– FTTDCD ve CTLN2:
  – Protein ve yağ açısından zengin, karbonhidrattan fakir diyet
  – Sodyum pirüvat, MCT yağı, arginin desteği
  – Liver transplantasyonu ağır vakalarda gerekebilir

Nelere Dikkat Edilmeli?
– Yüksek karbonhidrat içeren diyetler, glikoz/fruktoz/glycerol infüzyonları kaçınılmalıdır çünkü amonyak artışına ve beyin ödemine neden olabilir.
– Alkol kullanımı da ciddi nörolojik sorunlara neden olabilir.

Aileler İçin Öneriler
– Beslenme düzeni mutlaka tecrübeli bir metabolizma diyetisyeni tarafından planlanmalıdır.
– Büyüme, gelişme ve karaciğer fonksiyonları düzenli takip edilmelidir.
– Kardeşlerde de aynı hastalığın olup olmadığı araştırılmalıdır.
– Genetik danışmanlık alarak taşıyıcılık durumu ve sonraki gebeliklerde riskler değerlendirilmelidir.

Unutmayın!
Sitrin eksikliği erken tanı ve uygun tedaviyle yönetilebilen bir hastalıktır. Doktorunuzun ve diyetisyeninizin önerilerini dikkatle uygulamak, çocuğunuzun sağlıklı bir yaşam sürmesini sağlayabilir.

Sitrin eksikliği tanı ve takibi için merkezimize başvurabilirsiniz. Merkez bilgilerimiz için tıklayınız.

Bu görselin boş bir alt özelliği var; dosya ismi: image.png
Bu görselin boş bir alt özelliği var; dosya ismi: ekran-resmi-2024-10-25-11.42.43-1.png

Lizinürik Protein İntoleransı (LPI)

Lizinürik Protein İntoleransı (LPI), vücudun bazı temel aminoasitleri (özellikle lisin, arginin ve ornitin) yeterince emip geri kazanamaması ile karakterize kalıtsal (genetik geçişli) bir metabolik hastalıktır. Bu aminoasitler proteinlerin yapı taşlarıdır ve sağlıklı büyüme, bağışıklık sistemi, kas yapısı ve üre döngüsü gibi birçok vücut işlevi için gereklidir.

LPI, SLC7A7 adlı gendeki bir mutasyon nedeniyle ortaya çıkar ve bu genin taşıdığı bilgi, bağırsak ve böbreklerde aminoasit taşınmasından sorumlu bir proteinin üretilmesini sağlar. Mutasyon olduğunda bu taşıma sistemi düzgün çalışmaz.

Genetik Geçiş ve Risk Faktörleri

LPI, otozomal resesif (çekinik) şekilde kalıtılır. Bu, bir çocuğun hasta olabilmesi için hem annesinden hem de babasından hatalı geni alması gerektiği anlamına gelir.

  • Anne ve baba taşıyıcı ise, her gebelikte:
    • %25 ihtimalle çocuk hasta olur
    • %50 ihtimalle çocuk taşıyıcı olur (hasta değildir ama gen değişikliğini taşır)
    • %25 ihtimalle çocuk tamamen sağlıklı olur

Akraba evliliği, bu tür çekinik hastalıkların görülme riskini artırır. LPI’nin daha sık görüldüğü ülkeler arasında Finlandiya, Japonya, İtalya ve Akdeniz ülkeleri (örneğin Türkiye) yer alır.

Hastalık Ne Zaman Ortaya Çıkar?

Belirtiler genellikle anne sütünden kesildikten sonra, yani çocuk katı ve protein içeren gıdalara geçtiğinde ortaya çıkar.

Aileler Hangi Şikayetlerle Başvurur?

Çocuklar aşağıdaki yakınmalarla hastaneye başvurabilir:

  • Proteinli gıdaları yememe veya protein aversionu (et, yumurta, süt gibi gıdalardan kaçınma)
  • Sık sık kusma, ishal
  • Bilinç bulanıklığı, uykuya eğilim, hatta koma (özellikle proteinli yemeklerden sonra)
  • Gelişme geriliği, boy kısalığı, kilo alamama
  • Kaslarda zayıflık, bebeklerde geç dönme, oturma
  • Karaciğer ve dalakta büyüme
  • Yüksek amonyak düzeyi (hiperammonemi)
  • Kansızlık (anemi), lökopeni, trombositopeni
  • Sık enfeksiyonlar, bağışıklık zayıflığı
  • Kemik kırıkları, osteoporoz
  • İleri yaşlarda böbrek ve akciğer tutulumları
  • Nadir durumlarda: otoimmün hastalıklar (SLE, hemofagositik sendrom) ve akut pankreatit

Hangi Sistemler Etkilenebilir?

LPI çok yönlü bir hastalıktır ve birçok sistemi etkileyebilir:

1. Sindirim Sistemi:

  • Erken dönemde en belirgin şikâyetlerdir.
  • Kusma, karın ağrısı, ishal ve iştahsızlık görülebilir.

2. Sinir Sistemi:

  • Amonyak yükselmesi sonucunda halsizlik, uyuklama, davranış değişikliği, hatta koma oluşabilir.
  • Nadir de olsa öğrenme güçlüğü veya nörogelişimsel bozukluk gelişebilir.

3. Solunum Sistemi:

  • Pulmoner alveoler proteinozis adı verilen ciddi bir akciğer sorunu gelişebilir.
  • Başlangıçta bulgu vermeyebilir; ancak zamanla öksürük, nefes darlığı ve solunum yetmezliği gelişebilir.

4. Böbrekler:

  • Erken dönemde idrarda protein kaçağı (proteinüri), mikrohematüri gelişebilir.
  • İlerleyen yaşlarda kronik böbrek yetmezliği riski vardır.

5. Bağışıklık Sistemi:

  • Vücut enfeksiyonlarla mücadelede zayıf kalabilir.
  • Suçiçeği gibi bazı viral enfeksiyonlar ağır geçebilir.
  • Otoimmün hastalıklar (örn. lupus) görülebilir.

6. İskelet Sistemi:

  • Kemik mineral yoğunluğu azalır, osteoporoz ve sık kemik kırıkları gelişebilir.
  • Bazı çocuklarda büyüme hormonu eksikliği saptanmıştır.

Tanı Nasıl Konur?

Tanı koymak için genellikle aşağıdaki testler istenir:

  • Kan ve idrarda aminoasit düzeyleri: Lisin, arginin ve ornitin düzeyi düşüktür.
  • İdrarda orotik asit artışı
  • Kanda yüksek amonyak düzeyi
  • SLC7A7 geninde mutasyon saptanması (genetik test)

Tedavi Nasıl Yapılır?

LPI’nin kesin bir tedavisi olmamakla birlikte uygun beslenme ve ilaç tedavisi ile yaşam kalitesi artırılır:

Düşük proteinli diyet (diyetisyen kontrolünde)

Citrulline takviyesi – üre döngüsünü desteklemek için

Amonyak düşürücü ilaçlar (sodyum benzoat, fenilbutirat vb.)

Karnitin ve vitamin destekleri

Akciğer yıkama gibi özel durumlarda uygulanan tedaviler

Düzenli izlem: Böbrek, akciğer, kemik sağlığı ve büyüme açısından sık takibe alınmalıdır.

Aileler İçin Öneriler

  • Hastalığın erken tanısı ve takibi çok önemlidir. Tanı almış çocuklar mutlaka metabolizma uzmanı, beslenme uzmanı ve gerekirse nefroloji/göğüs uzmanı tarafından izlenmelidir.
  • Enfeksiyonlara karşı korunma sağlanmalı (suçiçeği aşısı gibi).
  • Ailede başka çocuk planlanıyorsa genetik danışmanlık mutlaka alınmalıdır.
  • Ani bilinç değişikliği, şiddetli kusma, nöbet gibi durumlarda acilen hastaneye başvurulmalıdır.

Lizinürik Protein İntoleransı (LPI), erken tanı ve uygun tedavi ile yönetilebilen hastalıklardır. Çocuğunuzun sağlıklı bir yaşam sürdürebilmesi için doktorunuzun önerilerine uymak büyük önem taşımaktadır.

Lizinürik Protein İntoleransı (LPI) tanı ve takibi için merkezimize başvurabilirsiniz. Merkez bilgilerimiz için tıklayınız.

Bu görselin boş bir alt özelliği var; dosya ismi: image.png
Bu görselin boş bir alt özelliği var; dosya ismi: ekran-resmi-2024-10-25-11.42.43-1.png

KETON YAPIM (KETOGENEZ) KUSURLARI

Vücudumuz, enerji ihtiyacını karşılamak için farklı yollar kullanır. Keton yapım süreci (ketogenez), özellikle açlık dönemlerinde veya uzun süreli egzersiz sırasında beyin ve diğer organlar için önemli bir enerji kaynağı oluşturur. Ancak, bazı çocuklarda yağlardan keton üretiminde (ketogenez) genetik veya metabolik nedenlere bağlı olarak bozukluklar görülebilir. Bu durum, enerji üretiminde sorunlara yol açarak çeşitli sağlık problemlerine sebep olabilir.

Ketogenez Kusurları Nedir?

Ketogenez kusurları, vücudun yağları parçalayarak keton cisimcikleri üretmesini engelleyen otozomal resesif (çekinik) kalıtılan genetik hastalıklardır. Keton cisimcikleri, özellikle açlık durumunda beyin ve kaslar için önemli bir enerji kaynağıdır. Eğer keton üretimi bozulursa, vücut yeterli enerji sağlayamaz ve ciddi sağlık sorunları ortaya çıkabilir.

Ketogenez kusurları, farklı enzim eksikliklerine bağlı olarak alt gruplara ayrılır. Bunlar arasında Mitokondriyal HMG-KoA Sentaz Eksikliği ve HMG-KoA Liyaz Eksikliği en sık görülenlerdir.

Genetik Geçiş ve Kalıtım Mekanizması

  • Her iki hastalık da otozomal resesif (çekinik) geçiş gösterir.
  • Otozomal resesif hastalıklarda, bir bireyin hasta olabilmesi için hem anneden hem de babadan kusurlu geni alması gerekir.
  • Eğer birey yalnızca tek bir kusurlu geni alırsa, taşıyıcı olur ancak hastalık belirtilerini göstermez.
  • Ailede iki taşıyıcı bireyin bir çocuk sahibi olması durumunda:
    • %25 hasta çocuk
    • %50 taşıyıcı çocuk
    • %25 sağlıklı çocuk doğma olasılığı vardır.

Bu nedenle, aile geçmişinde metabolik hastalık öyküsü olan bireylerde genetik danışmanlık önerilir.

1. Mitokondriyal HMG-KoA Sentaz Eksikliği

Bu hastalık, HMG-KoA sentaz enziminin eksikliği nedeniyle vücudun keton cisimciklerini üretememesi ile karakterizedir.

Sorumlu Gen ve Mutasyonlar:

  • Gen: HMGCS2
  • Lokalizasyon: 1p12
  • Fonksiyon: Mitokondriyal HMG-KoA sentaz enzimi, keton cisimciklerinin sentezinde kritik bir rol oynar.

Belirtiler:

  • Uzun süre aç kalındığında veya enfeksiyon gibi stres durumlarında hipoglisemi (kan şekeri düşüklüğü)
  • Bilinç kaybı, nöbetler veya halsizlik
  • Kusma ve beslenme güçlüğü
  • Düşük veya hiç keton üretimi

Tanı ve Tedavi:

  • Kanda ve idrarda keton seviyelerinin belirlenmesi önemlidir.
  • Genetik testler ve enzim analizleri ile kesin tanı konur.
  • Sık ve düzenli beslenme çok önemlidir. Uzun süre aç kalmaktan kaçınılmalıdır.
  • Karbonhidrat içeriği yüksek, yağ oranı düşük diyet uygulanabilir.

Acil durumlar için glukoz içeren sıvılar önerilebilir.

2. HMG-KoA Liyaz Eksikliği

Bu hastalıkta, HMG-KoA Liyaz enziminin eksikliği nedeniyle vücut hem keton cisimciklerini üretemez hem de belirli amino asitleri metabolize edemez.

Sorumlu Gen ve Mutasyonlar:

  • Gen: HMGCL
  • Lokalizasyon: 1p36.11
  • Fonksiyon: HMG-KoA Liyaz enzimi, ketogenez sürecinde HMG-KoA’yı asetil-CoA ve asetoasetata parçalar. Bu, keton üretimi için gereklidir.

Belirtiler:

  • Açlıkla tetiklenen ağır hipoglisemi atakları
  • Metabolik asidoz (kanın aşırı asidik hale gelmesi)
  • Kusma, halsizlik ve bilinç değişiklikleri
  • Hipotoni (kas güçsüzlüğü) ve nörolojik sorunlar
  • İdrarda ve kanda düşük keton seviyeleri

Tanı ve Tedavi:

  • Kan ve idrar testleri ile metabolik bozukluklar belirlenebilir.
  • Genetik testler kesin tanıyı koymak için önemlidir.
  • Protein alımı kontrol edilmeli, bazı amino asitlerin aşırı birikmesini önlemek için özel diyet uygulanmalıdır.
  • Karbonhidrat açısından zengin bir beslenme önerilir.
  • Acil durumlarda damardan glukoz verilmesi hayati önem taşır.

Aileler İçin Öneriler

  • Çocuğunuzun beslenme düzenine dikkat edin, uzun süre aç kalmasına izin vermeyin.
  • Hipoglisemi belirtilerini tanıyın ve acil durumda nasıl müdahale edeceğinizi öğrenin.
  • Doktor kontrollerini aksatmayın ve çocuğunuzun hastalığına uygun tedavi planına uyun.
  • Çocuğunuzun bakımını sağlayan kişileri (bakıcılar, öğretmenler, aile büyükleri) hastalık hakkında bilgilendirin.

Ketogenez kusurları, erken tanı ve uygun tedavi ile yönetilebilen hastalıklardır. Çocuğunuzun sağlıklı bir yaşam sürdürebilmesi için doktorunuzun önerilerine uymak büyük önem taşımaktadır.

Ketogenez defektleri tanı ve takibi için merkezimize başvurabilirsiniz. Merkez bilgilerimiz için tıklayınız.

Bu görselin boş bir alt özelliği var; dosya ismi: image.png
Bu görselin boş bir alt özelliği var; dosya ismi: ekran-resmi-2024-10-25-11.42.43-1.png

Ketoliz Defektleri

Ketoliz defektleri, vücudun yağlardan elde edilen keton cisimlerini enerji kaynağı olarak kullanamamasıyla karakterize edilen nadir kalıtsal metabolik hastalıklardır. Bu durum, özellikle açlık, uzun süreli egzersiz veya hastalık gibi enerji ihtiyacının ve yağ kullanımının arttığı açlık dönemlerinde belirgin hale gelir. Vücutta biriken keton cisimleri uygun şekilde metabolize edilemediğinden, hastalar enerji üretiminde ciddi sorunlar yaşayabilirler.

Hastalığın Nedeni

Ketoliz defektleri, keton cisimlerinin parçalanmasını sağlayan enzimlerdeki genetik mutasyonlardan kaynaklanır. En sık görülen formları şunlardır:

  • SCOT (Succinyl-CoA:3-Ketoacid CoA Transferaz) Eksikliği (OXCT1 geni mutasyonu)
  • T2 (Mitokondriyal Acetoacetyl-CoA Thiolase) Eksikliği (Beta-Keto Tiolaz Eksikliği) (ACAT1 geni mutasyonu)
  • MCKAT (Mitokondriyal 3-Ketoacyl-CoA Thiolase) Eksikliği (HADHB geni mutasyonu)

Bu enzimlerin eksikliği, yağlardan elde edilen keton cisimlerinin enerji döngüsüne katılamamasına yol açarak hipoketotik hipoglisemi ve metabolik krizlere neden olabilir.

Klinik Bulgular

Ketoliz defektlerinin klinik belirtileri genellikle erken çocukluk döneminde ortaya çıkar ve şunları içerebilir:

  • Tekrarlayan hipoglisemi atakları
  • Metabolik asidoz
  • Kusma, letarji ve bilinç değişiklikleri
  • Kas zayıflığı ve halsizlik
  • Uzun süreli açlık veya enfeksiyon sonrası metabolik dekompansasyon Bazı hastalarda nörolojik semptomlar ve büyüme-gelişme geriliği de görülebilir.

Tedavi

Ketoliz defektlerinin tedavisinde temel amaç, metabolik krizlerin önlenmesi ve semptomların kontrol altına alınmasıdır. Tedavi yaklaşımları şunlardır:

  • Hipoglisemi önlenmesi: Sık aralıklarla, karbonhidrattan zengin diyet uygulanmalıdır.
  • Uzun süreli açlıktan kaçınılması: Gece boyu beslenme veya acil durumlarda glukoz infüzyonu önerilir.
  • Yağdan kısıtlı diyet: Keton üretimini artıran diyetlerden kaçınılmalıdır.
  • Metabolik krizlerde acil müdahale: Hastalar ateş, kusma veya beslenme yetersizliği gibi durumlarda hızla hastaneye başvurmalıdır.

İzlem

Hastalar düzenli olarak metabolizma ve genetik uzmanları tarafından takip edilmelidir. İzlem sürecinde:

  • Kan şekeri ve asit-baz dengesi yakından izlenmelidir.
  • Büyüme-gelişme takip edilmelidir.
  • Enfeksiyon dönemlerinde ek destek sağlanmalıdır.

Uzun Dönem Dikkat Edilmesi Gerekenler

Ketoliz defektleri olan hastalar ve aileleri, uzun vadede aşağıdaki hususlara dikkat etmelidir:

  • Acil müdahale planı oluşturulmalı ve hasta yakınları bilgilendirilmelidir.
  • Beslenme düzeni yağdan kısıtlı, keton oluşumunu engelleyen şekilde ayarlanmalıdır.
  • Fiziksel aktiviteler enerji krizine yol açmayacak şekilde planlanmalıdır.
  • Genetik danışmanlık alınarak aile bireyleri bilgilendirilmelidir.

Ketoliz defektleri, düzenli takip ve uygun önlemlerle yönetilebilir bir hastalıktır. Erken tanı ve bilinçli bir yaklaşımla hastaların yaşam kalitesi artırılabilir.

Ketoliz defektleri tanı ve takibi için merkezimize başvurabilirsiniz. Merkez bilgilerimiz için tıklayınız.

Bu görselin boş bir alt özelliği var; dosya ismi: image.png
Bu görselin boş bir alt özelliği var; dosya ismi: ekran-resmi-2024-10-25-11.42.43-1.png

PROLİDAZ EKSİKLİĞİ

Prolidaz Eksikliği Nedir?

Prolidaz eksikliği, vücudun bazı proteinleri parçalayamamasına neden olan nadir, kalıtsal bir metabolik hastalıktır. Özellikle kollajen gibi prolin açısından zengin proteinlerin yıkımı bozulur ve vücutta birikim meydana gelir. Bu durum, cilt, bağışıklık sistemi, akciğerler, kemikler ve sinir sisteminde çeşitli sağlık sorunlarına yol açabilir.

Belirtileri Nelerdir?

Prolidaz eksikliğine sahip bireylerde aşağıdaki belirtiler görülebilir:

  • Cilt Problemleri: İyileşmesi zor ve tekrarlayan kronik bacak ülserleri, ellerde ve yüzde damar genişlemeleri (telenjiektazi).
  • Bağışıklık Sistemi Sorunları: Sık tekrarlayan cilt ve solunum yolu enfeksiyonları.
  • Yüz Görünümünde Değişiklikler: Geniş aralıklı gözler, düşük burun köprüsü, belirgin alın yapısı, ince üst dudak gibi karakteristik yüz özellikleri.
  • Zihinsel ve Motor Gelişim Geriliği: Hafif veya ileri düzeyde öğrenme güçlüğü, kas tonusu değişiklikleri, kas zayıflığı.
  • Organ Büyümesi: Dalak büyümesi (splenomegali), nadiren karaciğer büyümesi (hepatomegali).
  • Diğer Bulgular: Anemi (kansızlık), düşük trombosit sayısı, akciğer hastalıkları ve nadiren bağışıklık sistemi hastalıkları (örneğin, sistemik lupus eritematozus-SLE benzeri belirtiler).

Hastalık Nasıl Teşhis Edilir?

Hastalığın tanısı, klinik belirtilerin yanı sıra laboratuvar testleri ile konur:

  • İdrar Testleri: İmidodipeptidüri adı verilen anormal metabolitlerin saptanması.
  • Kan Testleri: Prolidaz enziminin aktivitesinin ölçülmesi ve bazı bağışıklık sistemi anormalliklerinin incelenmesi.
  • Genetik Testler: PEPD genindeki mutasyonların tespiti ile kesin tanı konur.

Hastalığın Yönetimi ve Tedavisi

Şu an için prolidaz eksikliğini tamamen iyileştiren bir tedavi bulunmamaktadır. Ancak, belirtilerin kontrol altına alınması ve yaşam kalitesinin artırılması için çeşitli yaklaşımlar mevcuttur:

  • Cilt Yaralarının Tedavisi:
    • Yara bakım uzmanları tarafından düzenli takip.
    • Topikal (cilt üzerine uygulanan) prolin içeren kremler ve pansumanlar.
  • Bağışıklık Sistemini Destekleyici Önlemler:
    • Sık enfeksiyonların önlenmesi için hijyen kurallarına dikkat edilmesi.
    • Gerekli durumlarda antibiyotik tedavisi.
  • Beslenme ve Destekleyici Tedaviler:
    • Dengeli bir diyet, yeterli protein ve vitamin alımı.
    • Oksijen tedavisi veya solunum desteği gereken vakalarda uygun tedavilerin sağlanması.
  • Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon:
    • Motor gelişimi destekleyici egzersizler ve fizik tedavi programları.

Takip ve Düzenli Kontroller

Hastalığın ilerleyişini izlemek için düzenli doktor kontrolleri önemlidir:

  • Kan testleri ve karaciğer/dalak büyüklüğünün değerlendirilmesi
  • Göz muayeneleri
  • Solunum fonksiyonlarının değerlendirilmesi.
  • Diş sağlığı kontrolleri
  • Nörolojik gelişimin takibi (öğrenme güçlüğü ve motor gelişim açısından).

Kaçınılması Gereken Durumlar

  • Dalağı büyümüş hastalarda (splenomegali) temas sporlarından kaçınılmalıdır.
  • Ağır enfeksiyonlardan korunmak için aşılama ve hijyen kurallarına dikkat edilmelidir.
  • Uzun süreli açlık ve aşırı fiziksel yorgunluktan kaçınılmalıdır.

Genetik Danışmanlık

Prolidaz eksikliği, otozomal resesif (çekinik) kalıtım gösteren bir hastalıktır. Yani, hasta bir bireyin her iki ebeveyninden de hastalık taşıyan bir gen alması gerekmektedir. Aile içindeki bireyler için genetik danışmanlık önerilir ve taşıyıcılık testi yapılabilir.

Prolidaz eksikliği nadir görülen bir genetik hastalık olmasına rağmen, erken teşhis ve uygun takip ile hastaların yaşam kalitesi artırılabilir. Hastalığın yönetimi, multidisipliner bir yaklaşım gerektirir ve dermatoloji, immünoloji, genetik ve pediatri uzmanlarının iş birliğiyle en iyi şekilde sağlanabilir.

Prolidaz ekskliği tanı ve takibi için merkezimize başvurabilirsiniz. Merkez bilgilerimiz için tıklayınız.

Bu görselin boş bir alt özelliği var; dosya ismi: image.png
Bu görselin boş bir alt özelliği var; dosya ismi: ekran-resmi-2024-10-25-11.42.43-1.png

Mukopolisakkaridoz Tip 1 (MPS Tip 1)

Mukopolisakkaridoz Tip 1 (MPS Tip 1), lizozomal depo hastalıkları grubuna ait, nadir görülen genetik bir hastalıktır. Vücudun belirli enzimleri yeterince üretememesi sonucu mukopolisakkarit adı verilen maddeler hücrelerde birikir ve organlara zarar verir.

MPS Tip 1’in üç alt tipi bulunmaktadır:

  • MPS Tip IH (Hurler): Hastalığın en ağır formudur. Doğumda normal olan bebeklerde ilk yıl içinde iskelet anomalileri, hepatosplenomegali (HSM) ve mental retardasyon (MR) gibi belirtiler ortaya çıkar.
  • MPS Tip IH-S (Hurler-Scheie): Orta derecede şiddetli seyreden bir formdur. Hastalarda kaba yüz görünümü, eklem sertleşmesi, kısa boy, korneal bulanıklık, işitme kaybı ve kalp kapak tutulumu olabilir.
  • MPS Tip IS (Scheie): En hafif formdur. Zeka ve boy normal olabilir ancak eklem sertleşmesi, korneal bulanıklık, aort kapak hastalıkları ve karpal tünel sendromu görülebilir.

Belirtileri Nelerdir?

MPS Tip 1 belirtileri, hastalığın şiddetine göre değişebilir. En yaygın görülen belirtiler şunlardır:

  • Yüzde kaba görünüm
  • Geniş alın ve düz burun kökü
  • Eklem sertliği ve hareket kısıtlılığı
  • Gelişme geriliği
  • Karaciğer ve dalak büyüklüğü
  • Solunum problemleri
  • İşitme kaybı
  • Gözde bulanıklık (kornea opasiteleri)
  • Sinir sistemi etkilenmesi (hidrosefali, zeka geriliği)
  • Kardiyomiyopati, kalp kapak hastalıkları

MPS Tip 1 Nasıl Teşhis Edilir?

MPS Tip 1 tanısı genellikle klinik belirtilere dayanarak konur ve aşağıdaki testlerle doğrulanır:

  • İdrarda artan heparan ve dermatan sülfat düzeyleri
  • Enzim aktivite testi (alfa-L-iduronidaz ölçümü)
  • Genetik analiz (IDUA mutasyonları)

Tedavi Yöntemleri Nelerdir?

MPS Tip 1 için günümüzde çeşitli tedavi seçenekleri bulunmaktadır:

  1. Kemik İliği Nakli (Hematopoetik Kök Hücre Nakli – HSCT): Özellikle 24 aylıktan küçük ve gelişimsel değerlendirme skoru belli seviyenin üzerinde olan hastalarda önerilir. Erken yaşta yapıldığında nörolojik semptomları hafifletebilir.
  2. Enzim Replasman Tedavisi (ERT): Alfa-L-iduronidaz (Laronidase – Aldurazyme®) ile lizozomal depolanmanın azaltılması hedeflenir. ERT, solunum fonksiyonlarında ve yürüme mesafesinde artış sağlarken hepatosplenomegaliyi ve kalp büyümesini azaltabilir. Ancak korneal opasite ve nörolojik etkilenme üzerine sınırlı etkisi vardır.

Semptomatik Tedaviler: Fizyoterapi, solunum desteği, ortopedik girişimler gibi destekleyici tedaviler uygulanabilir. Uyku apnesi ve eklem hareketlerinde iyileşme sağlanabilir

Hasta Yakınları İçin Öneriler

  • Düzenli Takip: MPS Tip 1 ilerleyici bir hastalık olduğundan düzenli doktor kontrolleri önemlidir.
  • Fizyoterapi ve Egzersiz: Hareket kısıtlılığını önlemek için düzenli egzersizler önerilir.
  • Beslenme Desteği: Çiğneme ve yutma güçlüğü olan hastalar için özel beslenme programları düzenlenmelidir.
  • Psikolojik Destek: Hem hasta hem de aile bireyleri için psikososyal destek sağlanması önemlidir.

Mukopolisakkaridoz Tip 1 (MPS Tip 1) tanı ve takibi için merkezimize başvurabilirsiniz. Merkez bilgilerimiz için tıklayınız.

Bu konu hakkında bize soru sorabilirisiniz.

Bu görselin boş bir alt özelliği var; dosya ismi: image.png
Bu görselin boş bir alt özelliği var; dosya ismi: ekran-resmi-2024-10-25-11.42.43-1.png

Ketojenik Diyet

Ketojenik diyet, düşük karbonhidrat, yüksek yağ ve orta düzeyde protein içeren bir diyet modelidir. Bu beslenme şekli, vücudu glikoz yerine yağları enerji kaynağı olarak kullanmaya yönlendirir. Yağların parçalanması sonucu oluşan keton cisimleri (asetoasetat, beta-hidroksibütirat ve aseton), özellikle beyin gibi glikoz bağımlı dokular için alternatif bir enerji kaynağıdır.

Metabolik Süreçler:

  • Karbonhidrat eksikliğinde insülin seviyeleri düşer ve yağ mobilizasyonu artar.
  • Karaciğer, yağ asitlerini keton cisimlerine dönüştürür (ketogenez).
  • Ketonlar, beyin için enerji sağlamak üzere kan-beyin bariyerini geçebilir.

Epilepside Ketojenik Diyet: Mekanizma ve Etkileri

Ketojenik diyet, özellikle ilaçlara dirençli epilepsi (refrakter epilepsi) olan bireylerde nöbet kontrolünde kullanılır.

Nasıl Çalışır?

Tam mekanizma henüz tam olarak anlaşılamasa da, birkaç hipotez öne sürülmüştür:

  1. Ketonların Nöroprotektif Etkisi: Keton cisimlerinin enerji verimliliğini artırarak nöronlarda oksidatif stres ve inflamasyonu azalttığı düşünülmektedir.
  2. Beyin Enerji Metabolizması: Beyin glikoz yerine ketonları kullandığında nöbet eşiğinin yükseldiği görülmüştür.
  3. GABA ve Glutamat Dengesi: Ketojenik diyetin, eksitatör (uyarıcı) glutamat ile inhibitör (durdurucu) GABA arasında dengeyi sağladığı düşünülmektedir.
  • Ketojenik diyetin, çocuklarda refrakter epilepside nöbet sıklığını %50-90 oranında azalttığına dair klinik çalışmalar bulunmaktadır.
  • 2018’de yapılan bir meta-analiz, diyeti kullanan çocukların %50’sinden fazlasında nöbetlerde belirgin bir azalma olduğunu göstermiştir.

Metabolik Hastalıklarda Ketojenik Diyet: Özel Durumlar

Bazı metabolik hastalıklarda ketojenik diyet, temel tedavi ya da destekleyici bir yöntem olarak kullanılmaktadır:

Piruvat Dehidrogenaz Kompleks Eksikliği (PDH Eksikliği):

  • PDH eksikliği, glikozun enerjiye dönüştürülmesini engeller.
  • Ketojenik diyet, keton cisimlerini enerji kaynağı olarak sunarak bu hastalarda yaşam kalitesini artırabilir.

Glukoz Taşıyıcı Tip 1 Eksikliği (GLUT1 Defekti):

  • Beyine glikoz taşınmasını engelleyen bu genetik hastalıkta ketojenik diyet, keton cisimlerini alternatif enerji kaynağı olarak sağlar.
  • Bu hastalarda ketojenik diyet, nöbet kontrolünün yanı sıra motor ve kognitif fonksiyonlarda da iyileşme sağlayabilir.

Diyetin Uygulama Protokolü

Ketojenik diyet, uzman bir ekip tarafından bireyselleştirilerek uygulanmalıdır.

Başlangıç Aşamaları:

  1. Diyet öncesi kan testleri (glikoz, lipid profili, karaciğer fonksiyon testleri).
  2. Aile eğitimi ve günlük öğün planlaması.
  3. Diyete kademeli geçiş (örneğin, 2:1 veya 4:1 oranlarında).

Makro Besin Oranları:

  • 4:1 Ketojenik Diyet: 4 birim yağ / 1 birim protein+karbonhidrat (klasik protokol).
  • Düşük Glisemik İndeks Diyeti: Daha esnek bir alternatif, ancak genellikle epilepsi kontrolü için daha az etkilidir.

Takip ve İzlem:

  • Düzenli keton ölçümleri (idrar veya kan testi).
  • Elektrolit dengesi, büyüme ve gelişim izlemi.
  • Olası yan etkiler (kabarıklık, kabızlık, lipid artışı) için kontroller.

Avantajlar ve Yan Etkiler

Avantajlar:

  • Epilepside ilaç kullanımını azaltabilir.
  • Metabolik hastalıklarda nörolojik semptomları hafifletebilir.

Olası Yan Etkiler:

  1. Kısa Vadeli: Keto gribi, baş ağrısı, mide bulantısı.
  2. Uzun Vadeli:
    • Hiperlipidemi (yüksek kolesterol ve trigliserit).
    • Böbrek taşları.
    • Vitamin ve mineral eksiklikleri.

Ketojenik diyet, hem metabolik hastalıklar hem de epilepsi tedavisinde etkili bir yöntemdir. Ancak bu diyetin uzman gözetiminde ve düzenli takiplerle uygulanması hayati önem taşır. Ailelerin, bu süreçte düzenli bilgi alması ve diyetin uzun vadeli etkilerini yakından izlemesi gereklidir.

  1. Ketojenik diyete geçişte sabırlı olun; adaptasyon süreci zaman alabilir.
  2. Çocuğunuzun favori yiyeceklerini diyete uygun şekilde dönüştürmeyi öğrenin.
  3. Uzman desteği almadan kesinlikle başlamayın.
Bu görselin boş bir alt özelliği var; dosya ismi: image.png
Bu görselin boş bir alt özelliği var; dosya ismi: ekran-resmi-2024-10-25-11.42.43-1.png

Zellweger Spektrum Bozuklukları

Zellweger Spektrum Bozuklukları (ZSB), peroksizom adı verilen hücre içi organellerin oluşum ve işlev bozukluğuyla karakterize, nadir görülen genetik bir hastalık grubudur. Bu hastalıklar, peroksizomal biyogenez bozuklukları (PBD) olarak da adlandırılır ve genellikle ciddi nörolojik, karaciğer ve diğer organ problemleriyle ilişkilidir.

Hastalığın Temel Özellikleri

ZSB, genetik geçişli otozomal resesif hastalıklardır. Hastalık anneden ve babadan geçer. Peroksizomlar, hücrelerde uzun zincirli yağ asitlerinin ve diğer toksik maddelerin metabolizmasını sağlayan organellerdir. ZSB’de bu organellerin işlevi bozulduğu için toksik maddeler vücutta birikir.

Zellweger Spektrum Bozukluklarının insidansı yaklaşık olarak 1:50.000 ile 1:100.000 arasında değişir. Hem kadın hem erkekleri eşit oranda etkiler.

ZSB, ağırlıklı olarak PEX genlerindeki mutasyonlardan kaynaklanır ve klinik olarak üç ana formda sınıflandırılır:

  1. Zellweger Sendromu (ZS): En ağır form.
  2. Neonatal Adrenolökodistrofi (NALD): Orta şiddetli form.
  3. Infantile Refsum Hastalığı (IRD): Daha hafif form.

Semptomlar

ZSB’nin klinik belirtileri geniş bir yelpazeye sahiptir ve hastalığın şiddetine göre değişiklik gösterebilir. Genel olarak görülen semptomlar şunlardır:

Nörolojik Belirtiler

  • Kas tonusu kaybı (hipotoni)
  • Nöbetler
  • Gelişim geriliği
  • Görme ve işitme kaybı

Karaciğer ve Metabolik Problemler

  • Hepatomegali (karaciğer büyümesi)
  • Karaciğer fonksiyon bozukluğu
  • Kolestaz (safra akımının bozulması)
  • Hipoglisemi

Yüz ve İskelet Anomalileri

  • Yassı yüz
  • Geniş alın
  • Yüksek burun köprüsü
  • Eklem kontraktürleri (eklem hareket kısıtlılıkları)

Diğer Belirtiler

  • Böbrek kistleri
  • Gelişme geriliği
  • Yenidoğan döneminde hipotermi ve zayıf emme refleksi

Tanı

ZSB’nin tanısı, klinik bulgulara ek olarak laboratuvar testleri ve genetik analizle doğrulanır:

  1. Kan ve İdrar Testleri
    • Uzun zincirli yağ asitlerinin artışı
    • Plazma dokosaheksaenoik asit (DHA) seviyesinde değişiklikler
    • Plazma fitanik ve pristanik asit artışı
  2. Genetik Testler
    • PEX genlerindeki mutasyonların analizi
  3. Görüntüleme
    • Beyin MR’ında yapısal anomaliler (lissensefali gibi)
    • Karaciğer ve böbrek ultrasonu

Tedavi

ZSB’nin spesifik, kesin bir tedavisi bulunmamaktadır. Ancak semptomatik tedavi ve destekleyici bakım hastaların yaşam kalitesini artırabilir. Tedavi yaklaşımları şunlardır:

  1. Beslenme Desteği
    • Fitanik asitten fakir diyet
    • Orta zincirli trigliserit (MCT) yağı takviyesi
  2. Fizyoterapi ve Rehabilitasyon
    • Kas tonusunu ve hareket kabiliyetini artırmak için egzersiz programları
  3. Nöbet Kontrolü
    • Antikonvülzan ilaçlarla nöbetlerin yönetimi
  4. Görme ve İşitme Desteği
    • Görme ve işitme cihazları
  5. Organ Fonksiyonlarının Yönetimi
    • Karaciğer ve böbrek komplikasyonlarının izlenmesi ve tedavisi

Yaşam beklentisi

  • Zellweger Sendromu gibi ağır formlar genellikle yaşamın ilk birkaç ayında ölümle sonuçlanır.
  • Orta ve hafif formlarda hastalar ergenlik veya yetişkinlik dönemine kadar yaşayabilir, ancak yaşam kaliteleri genellikle düşüktür.

Genetik Danışmanlık

ZSB otozomal resesif kalıtımlı olduğundan, her iki ebeveyn de taşıyıcı olmalıdır. Taşıyıcı çiftler için %25 hastalıklı çocuk sahibi olma riski bulunmaktadır. Genetik danışmanlık ve prenatal tanı, gelecekteki gebeliklerde rehberlik sağlayabilir.

Zellweger Spektrum Bozuklukları (ZSB) tanı ve takibi için merkezimize başvurabilirsiniz. Merkez bilgilerimiz için tıklayınız.

Bu konu hakkında bize soru sorabilirisiniz.

Bu görselin boş bir alt özelliği var; dosya ismi: image.png
Bu görselin boş bir alt özelliği var; dosya ismi: ekran-resmi-2024-10-25-11.42.43-1.png